Cuma, Ağustos 20, 2010

İş Akışı, RAW, Neden, Niçin ??


Uzunca bir zamandır fotoğraflarımı RAW formatta çekiyorum. "Neden RAW?" konusuna fazla değinmeyeceğim. Kısaca, orjinalleri tek dosya halinde saklamak, ham halde korumak ve makinanın sunduğu imkanlardan maksimum oranda yararlanmak diyebilirim. Bu konuda daha detaylı türkçe bilgi isterseniz şuraya bakabilirsiniz.

Esas bahsetmek istediğim konu workflow tabir edilen iş akışı. Özellikle RAW format çekiyorsanız daha da önemli hale gelen iş akışı konusu, fotoğrafçıdan fotoğrafçıya farklılık gösterebiliyor. Bu işi hobi olarak yapanlar(benim gibi) daha meşakkatli olan yolu seçebiliyor veya düğün fotoğrafı gibi günde yüzlerce fotoğrafla uğraşanlar daha pratik çözümlere gidebiliyor. Herkes alışkanlıklarına veya ihtiyaçlarına göre kendine farklı iş akışları oluşturabiliyor.

Peki nedir bu iş akışı denen şey?

Aslında çok basit. Çekim sonrası fotoğraflarınızı bilgisayarınıza aktarmaktan başlayıp, inceleyip, ayıklayıp, işleyip son haline getirip arşivlediğiniz veya paylaştığınız süreç. Burada medya, (harici disk/DVD vs.) oluşturacağınız dizin yapısı, yedekleme stratejileri ve kullandığınız program veya programlar grubu bu sürecin parçaları.

Lafı fazla uzatmadan benim kendi iş akışım nasıldır, neden böyle bir iş akışı seçtim ondan bahsetmek istiyorum. Bu arada Nikon D300 kullanıyorum. Dolayısıyla raw dosyalarım "nef" uzantılı.

Fotoğrafları 640GB harici disk üzerinde tutuyorum. Buradaki dizin yapım "Yıl" ve her yılın altında "YYYYAAGG_SSDD" adında dizinler şeklinde.

İlk adımım "Nikon Transfer" programı. Bu program, makinadaki fotoğrafları önceden belirlenmiş yere yukarıdaki dizin yapısında otomatik olarak aktarıyor. Arkasından kendini kapatıyor.

İkinci adımım ise "Photo Mechanic" programı. Bu program bir tür browser programı. Burada fotoğrafları seçme ayıklama işlerini hallediyorum.

Üçüncü adımım ise "Capture NX2" programı. Burada da NEF/jpeg dosyaları en ileri seviyede işleyebiliyor ve son haline getirip kaydedebiliyorum.

Eğer bu noktadan sonra herhangi bir manipulasyon ihtiyacım olursa (çerçeve yapmak, nesne eklemek veya çıkarmak vs.) o zaman Photoshop programı ile devam ediyorum.


İkinci Adım olan Photo Mechanic programını kullanmamın özel bir amacı var. Aslında bu programın benzerini "ViewNX2" adıyla Nikon'da ücretsiz olarak sunuyor. Hatta kullanıcı arayüzü Photo Mechanic 'e göre çok daha güzel. Ama Photo Mechanic' in hiçbir programda bulamadığım çok farklı bazı özellikleri var.
  • Özellikle NEF dosyaları izlerken inanılmaz hızlı gösterim sağlıyor.
  • Capture NX2 ye dosyayı direkt olarak gönderebiliyor.
  • RAW engine kullanmadan NEF içerisine gömülü JPG önizlemesini gösteriyor. Böylece arşivde her dosya için NEF+JPG tutmak zorunda kalmıyorum.
  • Hızlı bir şekilde NEF içerisinden dışarı JPG alabiliyorsunuz.
  • Dosya içerisindeki renk profiline uygun gösterim yapıyor.
ve daha bir sürü avantajları var.

En en önemli aradığım özellik NEF içerisine gömülü JPG i önizleme yapabilmesi. Öyle hızlı ki ViewNX2 bile o kadar hızlı gösteremiyor.

Bu şu demek :

Diyelim ki Capture NX2 üzerinde fotoğrafı siyah-beyaz yaptınız ve "nef" olarak kaydettiniz. Bu dosyayı Lightroom Camera RAW gibi RAW dosyaları tanıyabilen bir program ile açtığınızda ham halini görürsünüz. Oysa ben Capture NX2 de yaptığım değişiklikleri de uygulanmış görmek istiyorum. İşte Photo Mechanic tam olarak bunu sağlıyor.

Fotoğrafları NEF olarak saklamanın benim için çok büyük avantajlarından biri de şu: Örneğin geçen yıl çekmiş olduğum fotoğraflara dönüp baktığımda bazen o zaman ki bilgi seviyeme göre hatalar tespit ediyorum. Bu durumda hemen orjinal haline dönüp hiç piksel bozulması yaşamadan yeniden işleyebiliyorum. Bu çok önemli işte.

Son olarak backup konusundan da bahsedip konuyu kapatayım. Backup almak için "Acronis" kullanıyorum. Acronis ile belirli aralıklarda harici diskin imajını başka bir diske alıyorum. Bu sayede harici diskin başına bir iş gelecek olsa yeni bir disk alıp kaldığım yerden devam edebilirim. Burada önemli nokta backup alma işini belli bir disiplinle yapmak. Yoksa son işlerinizi kaybetmeniz işten bile değil.

Daha detay sorularınız olursa aşağıya yorum yazarak sormaktan çekinmeyin lütfen.

Kalın Sağlıcakla ...

Cuma, Ağustos 13, 2010

Yeni Keşfim : P, ISO Auto ve TTL üçlüsü

İnsan bazen öyle kısır bir döngüye giriyor ki neyi neden kullandığını yada kullanmadığını bilmez oluyor.

Elbette fotoğraf makinamın ayarlarından bahsediyorum.

Bazen eski dergileri, eski bilgileri, bildiğim konuları dönüp dönüp tekrar karıştırırım. Hoşuma gider. Çoğu zaman -örneğin- takip ettiğim derginin yayınlandığı tarihte, bir sebeple ilgilenmeyip geçtiğim ama şu anda ilgimi çeken bir konu çarpar gözüme.

Yine böyle bir yazıda P Modunun kolaylıklarından bahsediyordu. Arkasından bascek.com sitesinde şu yazıylakarşılaştım.
Aslında gerçektende milyonlarca lira verip aldığımız makinaların getirdiği avantajları kullanmaktan -ustalık taslamak adına- çekiniyorduk. Ne Saçma!

Nikon D300 ü tercih etmemdeki sebeplerden biride CMOS sensöre sahip olmasıydı. Bu da yüksek iso da daha az gren demekti. Öyleyse neden ISO yu artırmaktan bu kadar çekiniyordum.

En çok yaşadığım sıkıntı şuydu : Bir nesneyi çekerken arka fon daha parlaksa ben makinayı ayarlayana kadar sahne kaçıp gidiyordu. Yada model kişi sıkılıyor, ifadesi düşüyordu. Neden sonra “P + ISO Auto + TTL” üçlüsünü keşfettim ve bu ayarların ortam ışığını ne kadar dengeli hale getirdiğini görünce gözlerime inanamadım.

Sonuç olarak; yeniliklere hep açık olmak ve teknolojinin imkanlarını sonuna kadar kullanmak şart.

Salı, Ağustos 10, 2010

Kendi düşen ağlamaz…

DSLR’ lerin en sevmediğim tarafı toza karşı hassasiyetleri. Öyle ki bu konuda ne kadar titiz davransam o kadar aksilik beni buluyor.

- “Makine, bayonet kapağı veya lens olmadan asla uzun süre açık tutulmamalı” kuralını hiç sektirmeden 6 senedir uygulayan ben öyle birşey yaptım ki kendime küfrettim resmen.

O sabah, vizörden bakınca irice bir toz parçası farkettim. Vizörün hemen altında kıl gibi bişey. Banyo da (tozun en az olduğu ortam) makinayı yere 45 derece eğimli tutup hava pompası ile tozdan kurtulmayı denedim. Baktım hala orada. Demek ki aynada değil. Ters çevirip aynı işlemi vizörün altında bulunan alana uyguladım. Tekrar denedim. Toz yer değiştirdi. Bingo! Hiç değilse yerini tespit ettim. Tekrar hava tuttum. Tekrar.. Tekrar.. Nafile ! Resmen yapışmış. Sinir bozucu !

İşte can yakan kararı burada verdim.

- “Lens fırçası ile sileyim.”

Aferin ! Birinden kurtulamazken onlarcası geldi. Daha bitmedi…

Artık iyice panik mi oldum ne lenspen in karbon ucu ile silme gafletinde bulundum.
Sonra vizörden bir baktım ki sinirden ağlayacak gibi oldum. Vizörde artık alacalı bulacalı simsiyah lekeler vardı. Keşke bir toz parçası olsaydı. Razıydım.

Servis yolu göründü tabi. Of!

Götür servise bırak, kimbilir kaç gün sonra al. Almak için işten izin al. Bir sürü iş.

Servisten gelen cevap : O sildiğim parçanın adı “screen” miş. Kesinlikle üzerine temasta bulunulmaması gerekiyormuş. Temizlenmesi söz konusu değilmiş değişmesi gerekirmiş.

Ha! fiyatı da 151 TL imiş.



Bir hafta sonra aldım makinamı. Cillop gibi olmuş. :)

Velhasıl, bazı tecrübeleri kazanmak pahalıya mal olabiliyor. Napalım gülü seven dikenine katlanır.